Kilikya, İskenderun Körfezi’nden Alanya’ya kadar uzanan, kuzeyde Toros Dağları, güneyde ise Akdeniz ile sınırlı bölge olarak tarif edilmiştir. Dağlık (Kilikya Trakhei) ve Ovalık (Kilikya Pedis) olmak üzere iki bölüm olmak üzere ele alınır. Antik dönemde stratejik konumu sebebiyle önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmuştur. Roma İmparatorluğu döneminde vilayet haline gelen bölge, zengin tarihi boyunca Hititler, Persler, Makedonlar ve Bizans gibi birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır.


Bu yıl üçüncüsü düzenlenen Uluslararası Kilikya Ultra Maratonu’nun 15kparkuruna katıldım. Bu benim ilk 15k koşum olacaktı. Daha önce koşu yarışlarına katılmıştım. Her seferinde bir üst klasmanda koşmak gibi bir hedefim var. Haftada ortalama 5–6 egzersiz yapan biriyim. Bu antremanların bazılarında koşmayı tercih ediyorum. Kimi zaman düz koşular (sahilde, belirli bir tempoda) çoğu zaman HIIT (yüksek yoğunluklu interval antremanları) tercih ediyorum. Uzun ve sabit bir tempoda koşmak eğer ilk defa gördüğüm bir yer değilse sıkabiliyor beni. Bu sebeple bir gün sabah işe giderken reklam panosunda bu koşunun ilanı görünce oldukça heyecanlandım. Çünkü her ne kadar sevsem de yalnız başıma parkur koşularını tehlikeli buluyorum. Bu sebeple bu maratona katılmak için hızlıca kaydımı yaptım. Daha önce 5k, 10k koşmuştum bir sonraki aşama olacak 15k koşusuna katılma fikri oldukça heyecan verici oldu. Hedefim elbette dereceden ziyade koşuyu tamamlamak kendi sınırlarımı görmekti. Sonraki yaptığım ise en çok sevdiğim aşama olan bu konudaki bilgi düzeyimi artırmaya yönelik araştırmaya koyulmak oldu. Önce koşu parkurlarını inceledim, ortalama ne kadar sürede koşulduğuna baktım, hangi malzemelere sahip olmalıyım onları inceledim. Koşu parkurunun gps bilgilerini saatime ve telefonuma indirdim. Koşuda dinleyeceğim spotify listemi hazırladım.


Giyeceğim kıyafetlerin rengine kadar oldukça keyifli ve motive edici bulduğum magazinel işler ile uğraştım. Ardından belirlediğim eksik malzemeler için alışveriş listemi oluşturup alış veriş yaptım (sırt çantası, suluk, bardak vs.). Maraton koşucularının vloglarını izledim. Koşu esnasında kendi çekimlerimi yapmamın oldukça keyifli olacağını düşünerek aksiyon kameramı ve yedek bataryalarımı hazırladım.



Koşu kitimi almak için sabah erkenden (5:30 gibi) yola çıktım. Aracımı park ettikten sonra koşu alanına gidip koşu kitimi aldım. Koşu kitinin içerisinden bir çanta, bir tişört, bir enerji içeceği, bir bandana ve en önemlisi Mersin ve Kızkalesi’nin tanıtan Mersin Belediye’sinin hazırladığı harika kitapçıklar çıktı (koşu sonrası evde dinlenirken okudum ve fikrimce enfestiler).
- MERSİN Batı Rüzgarının Toprakları
- OLBA Kraliçe’nin Ayak İzleri


Üç yüz otuz numarasıyla çipli göğüs bandımı da kıyafetime sabitledikten sonra sabah 07:55 de koşunun startı verildi. Sekiz k ve 15k koşularının startları Kızkalesi sahilinden aynı anda verildi. O yüzden koşunun ilk bir kaç kilometresi oldukça kalabalıktı. Sebaste 15k parkurunu koşarken olağanüstü güzellikte yerlerden geçtim. İçinden geçtiğim kilise kalıntıları, yanından geçtiğim lahitler, kafamı çevirirken tepeden gördüğüm Kızkalesi ve deniz manzaraları inanılmazdı. İlk sekiz kilometre nispeten tırmanışta olsakta koşmayı hiç bırakmadım ve hatta rampa dikleştikçe yürüyen insanları gördüğümde kendimce yadırgadım. Ancak dik rampalarda yürüyenlerin sayısının gittikçe arttığını ve de oldukça profesyonel olduklarını gördüğümde acaba strateji hatası mı yapıyorum diye düşünmeye başladım. Nitekim öyleymiş rampada ben kendimi zorlarken yarışmadan kopmadan dinlenebilen insanlar daha metrelerce devam edem rampada beni geçmeye başladı. Tükenmeye başlamıştım ve henüz daha koşunun bitmesine 3–4 kilometre vardı. Dolayısıyla ben de ara ara yürüme ve ardından koşu sirkülasyonuna girdim. Çok geçmeden rampayı bitirmiş ve dinlenebilmiştim. Parkurun iniş kısmına (Adamkayalar) geçtiğimizde gerek eğimin ve gerekse dinlenmiş olmam sayesinde durmadan finish noktasına kadar koştum. Koşarken insanların birbirlerine koşmayı bırakmamaları için verdiği destekler, gözümün önündeki vadi manzarası efsaneydi. Yaşadığım bir tecrübesizlikten bahsetmek istiyorum. İniş fazında bir ara aklıma enerjimi yükseltmek için koşu çantamın yan gözlerinde olan protein barlarından birini yemek geldi. Genel olarak koşu esnasında su içmem o yüzden ne çantamdaki suyu tüketmiştim ne de CP’lerde (checkpoint) bana uzatılan suları almıştım. Zaten bir elimde ara ara açıp görüntü aldığım aksiyon kameram vardı. Protein barı yemeye başladım ancak ağzım-dilim-boğazım normalden daha fazla kuruduğu için normalde de yutması kolay olmayan protein bar ağzımda öylece kaldı. Aklıma hemen sırt çantasındaki hortumlu suyumdan içmek geldi ancak onuda içmek normal şartlar altında içmeye kıyasla çok çok daha zor geldi. Bir de üstüne düştüğüm durama gülmeye başlamam durumu daha da zorlaştırdı. Böylelikle bu tarz koşularda özellikle koşu çantasının ön gözünde hortumu çekerek değilde direkt yudumlanarak içilmesi gereken su haznelerinin kullanılmasının önemini anlamış oldum. Finish’e 500 metre kaldığında önümde ve arkamda koşanlar ile mesafem fazlaca olduğu için tempomu artırmak zorunda kalmadan tezahüratlar eşliğinde parkuru tamamladım. Bitirme madalyam boynuma asıldı. Beslenme noktasına gidip su ve soda ve biraz enerji için yiyecek bir şeyler aldım. Salgıladığım endorfinin etkisinde olduğum için yorgunluğum aklıma bile gelmemişti.
Koşuyu 200 kişi arasından 81. olarak tamamlayarak kişisel hedefimi gerçekleştirmenin mutluluğu ile bu yazıyı yazmış bulunmaktayım. Artık en azından çevre illerdeki parkur koşularına (seyehat etmek için güzel bir sebep) ve bir sonraki hedef olan 21 k koşusunda katılacak olmanın planının verdiği heyecan ile bu yazımı tamamlamış bulunuyorum. Bu arada koşu esnasında çektiğim videolardan oluşan kolajıda aşağıya ekliyorum. Umarım sevenine feyiz olur.





Yorum bırakın